Yargısız

Suriyeliler hakkında fikrinizi sorduğumda alalacele ve hararetle cevaplar verebilirsiniz: “mülteciler”, “savaş mağdurları”, “ülkemizi sömürenler”, “pis araplar” gibi ve daha çok; fakat size Ahmed kim diye sorduğumda muhtemel ki vereceğiniz cevap “bilmiyorum” veya “tanımıyorum”dur. Çünkü Ahmed sizin için henüz bilinmeyen, yabancı bir kişidir, bir karşılaşma, ortak bir deneyim yaşamamış, dolayısıyla basitçe kodlayabileceğiniz bir kişi değildir. O her şey veya hiç birşey olma potansiyeli taşır. Belki bazılarınız isminden yola çıkarak erkek ve isminin sonunda bulundan “d” harfinden dolayı Arap olduğu yargısına varsanız bile yine kesin yargılarda bulunamazsınız. Erkek ama nasıl bir erkek, cinsel yönelimi ne veya bir transseksüel mi, belki Arap ama nasıl bir Arap, gizli bir hıristiyan mı, müslüman mı, ateist mi, zengin mi yoksul mu, eğitimli mi eğitimsiz mi ya da bunların hiçbiri mi bilemez kimse. Sadece kolaycılar ve indirgemeciler tahminleri üzerinden yargılara varabilirler ve bu yargıların hepsi yanlış olacaktır. Zaten bu sebepledir ki, birey hakkında yargıya varmak bir ulus hakkında yargıya varmaktan daha zordur. Birey karmaşık bir yapı iken uluslar için önkabuller, önyargılar ve tarih gibi bir mefhumdan dolayı kolay gibi görünür.

“Ahmed şudur” dediğimizde onu kendi dar kalıplarımıza sığdırmaya çalışmakta, onun potansiyellerini yok saymakta, dolayısıyla kendi dar bakış açımızı yansıttığımızdan kendimizi tanıtmış oluruz kısmen de olsa. Spinoza’nın görüşüyle de biraz aydınlatmak gerekirse Ali’nin Ayşe hakkındaki görüşü Ayşe’den çok Ali’ye dairdir.

Peki Ahmed şu veya bu değil midir? Hayır, Ahmed şu veya bu değildir. Sen de şu veya bu değilsin. Bilindik kodlar olan cinsiyet, ulus, mezhep gibi kimlikler bize yalnızca kafese koyulan bir kuşu gözlemlerimizin sonucunu verebilir: “uçamayan bir kuş”. Ama bir kuşun özgürce kanat çırparkenki karşılaşmaları, yuva yapışı, şarkıları, çiftleşmeleri, dansları, ölüşleri hakkında yargılar veremez. Bir kuşu gökyüzünde uçarken gözlemek yerine kafese kapatıp gözlemlemek daha kolayımıza gelir. Ya da elinizde hali hazırda bir kalıp vardır, o kalıba uyduğu oranda bu, uymadığı oranda şu dersiniz; fakat o andaki bu ile şu andaki bu her şeyin hareket ve dönüşüm halinde olmasından dolayı aynı olmasının mümkünatı pek yoktur.

Denilebilir ki kişinin doğduğu coğrafya, penisinin varlığı veya yokluğu gibi durumlar kişinin kendisi hakkında fikirler vermez mi? Verebilir elbette, lakin bunlar sadece önyargılardır ve kesinlikler içermez. Sözgelimi Türkiye’yi sadece Türklerden ibaret görsek bile “tüm Türkler aynıdır” önermesi doğru olabilir mi? Ki bunca çatışma var iken. Ya da “Ben Fransızları severim” cümlesindeki Fransız kimdir, Fransızları kim temsil etmektedir? Sanatçıları mı, tecavüzcüleri mi, bürokratları mı? Bilemeyiz, temsili yoktur. Zaten önyargı veya kabullerin kesin zannedilmesi sorun olandır. Her türlü sorun. Yani senin o kişiyle veya o coğrafyadan biriyle yaşayacağın deneyimleri de sınırlar.

Önkabullerimizi iyi ve kötü gibi değer yargılarıyla sunmak ciddi bir sorundur. Bu tıpkı sevdiğimiz bir yemeği herkes için “mutlak iyi” sanmamız gibidir.

Bugün toplumların yaşadığı karmaşanın, savaşların, kavgaların bir nedeni de bu önyargılar değil midir? Çeşitli ama sabit kimlikler bir zenginliğin değil bir yoksunluğun göstergesidir. Sabit olmayan, sürekli değişen, aralarında bir hiyerarşi kurmayan, potansiyellerinin farkında olan, organizmasız, YARGISIZ, akışkan kimlikler zenginliğin, çoğulluğun göstergesi olabilir ancak.

Baran Sarkisyan

Yorum bırakın

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑